.
Dünya
Yapılan araştırmalar sonucu gezegeninin yaşı 4,467 milyar yıl olarak hesaplanmıştır. Geçen bu zaman dilimi, karmaşık bileşik yapılar ve içerdiği elementler göze alındığında,
Güneş, Dünya ve diğer gezegenler dahil
Güneş Sistemi'ndeki yapıları oluşturan moleküler bulutsunun kaynağı, ömrünü önceden tamamlamış bir genç tip
yıldızın dağılmış artıklarının ve yıldızlar arası maddenin bir merkez etrafında dönerek gittikçe yoğunlaşmasıyla oluşmuştur. Merkezde yoğunlaşan
hidrojen ve
helyum molekülleri yeni bir G2 türü yıldızı, yani Güneş'i oluşturmaya başlamış, çevre disklerdeki yoğunluklu bölgelerde ise gezegenler oluşmaya başlamıştır. Dünya ise Güneş'e 3. sırada yakınlıkta bulunan karasal bir iç gezegendir.
Oluşum diskleri süreci veya sonrasında bu karasal gezegenler, ağır göktaşı çarpışmalarına sahne olmuştur. Göktaşları yapısında bulunan donmuş buzlar, silikat ve metal yapılar, karaların ve okyanuslarının oluşmasını sağlamış, merkezde yoğunlaşan ağır demir ve nikel elementleri ise gezegenimizin çekirdeğini oluşturmuştur. Ağır göktaşı bombardımanı, asteroid kuşağının Jüpiter'in güçlü çekim etkisi sonucu daha kararlı hale gelmesiyle gittikçe azalmıştır. Uygun koşullar oluştuğunda gelişmeye başlayan canlı hayat sonrasında özellikle bitkiler ve yaptıkları
fotosentez ile
atmosfer'imizin yapısal bileşimi önemli oranda değişmiş ve oksijen oranının yükselmesine neden olmuştur.
-
Dünya'nın yaşı doğrudan doğruya
kayaçların yaşıyla ölçülemez. Çünkü bilinen en yaşlı kayaçlar bile bugün artık yeryüzünde var olmayan daha yaşlı kayaçlardan oluşmuştur. Bugüne kadar saptanabilen en yaşlı kayaçlar
Grönland'ın batısında bulunmuştur ve 4,1 milyar yaşındadır.
Bugün Dünya'nın yaşını hesaplamak için elde edilen en iyi yöntem radyoaktif elementlerin yarılanmaları sonucu başka elementlere dönüşümleridir. Örneğin radyoaktif
uranyum elementinin uranyum-238 ve uranyum-235 gibi iki ayrı tipte atomu (
izotop) vardır. Bu atomların ikisi de çok yavaş bir süreçle
kurşun atomlarına dönüşür. Öbür uranyum izotopundan biraz daha ağır olan uranyum-238'in dönüşümüyle daha hafif bir kurşun izotopu olan kurşun-206, uranyum-234'in dönüşümüyle de biraz daha ağır bir izotop olan kurşun-207 atomları oluşur. Uranyum-235'in kurşuna dönüşme hızı uranyum-238'in dönüşme hızından altı kat daha fazladır. Bu nedenler, incelenen bir kayaçtaki kurşun-206 ve kurşun-207 atomlarının oranı kayacın yaşına bağlı olarak değişir. En yaşlı olduğu düşünülen bir kurşun minerali ile bugün
okyanuslarda oluşan kurşunun izotop yapısı arasındaki fark, ancak bu iki örneğin oluşumları arasında 4,55 milyar yıllık bir zaman dilimi olmasıyla açıklanır. Bu süre de Dünya'nın yaşı olarak kabul edilir.
-
Dünya'nın üzerindeki topografik oluşumlar ve kendi ekseni etrafındaki eksantrik hareketi nedeniyle düzgün bir geometrisi yoktur. Geoibs bir biçimdedir, fakat ekvatordaki yarıçapı kutuplardaki yarıçapından fazladır. Bu kutuplarından basık, ekvatordan şişik özel küresel geometrik şekil
geoit (
Latince,
Eski Yunanca Geo "dünya") yani "
Dünya şekli" diye adlandırılır. Referans küremsinin ortalama çapı 12.742 km'dir (~40.000 km/π). Yer'in ekseni etrafında dönmesi ekvatorun dışarı doğru biraz fırlamasına neden olduğu için ekvatorun çapı, kutupları birleştiren çaptan 43 km daha uzundur. Ortalamadan en büyük sapmalar,
Everest Dağı (denizden 8.848 m yüksekte) ve
Mariana Çukuru dur (deniz seviyesinin 10.924 m altı). Dolayısıyla ideal bir
elipsoide kıyasla Yer'in %0,17'lik toleransı vardır. Ekvatorun şişkinliği yüzünden Yer'in merkezinden en yüksek nokta aslında
ekvatordadır.
Dünya:
23 Eylül 1846'da keşfedilen Neptün, deneysel gözlemlerden önce matematiksel tahminlerle bulunan ilk ve tek gezegendir.
Alexis Bouvard, Uranüs'ün
yörüngesindeki beklenmeyen değişikliklere, bilinmeyen bir gezegenin
kütleçekimsel etkisinin sebep olduğunu öngördü. Daha sonra Neptün,
Johann Gottfried Galle tarafından
Urbain Le Verrier'in tahmin ettiği pozisyonun çok yakınında bir bölgede gözlemlendi. Kısa bir süre sonra da en büyük uydusu
Triton keşfedildi. Kalan 12
uydusu ise ancak 20.yy'da keşfedilebildi. Neptün şimdiye kadar sadece
Voyager 2 tarafından ziyaret edildi.
Neptün'ün yapısı Uranüs'e çok benzemektedir, bununla beraber bu ikisi, daha büyük gaz devleri olan Jüpiter ve Satürn'ün yapısından biraz farklıdırlar. Neptün'ün atmosferi, Jüpiter ve Satürn'ün atmosferi gibi ağırlıklı olarak hidrojen ve helyum, ve az miktarlarlarda hidrokarbonlar ve azottan oluşmakla beraber, görece yüksek miktarlardaki su, amonyak ve metan buzları ile onlardan ayrılmaktadır. Gök bilimcilerin Uranüs ve Neptün'e bazen buz devleri demesinin nedeni de işte bu farklılığı vurgulamaktır. Neptün'ün iç katmanları, Uranüs'e benzer şekilde ağırlıklı olarak buz ve kayaç malzemelerden oluşmaktadır. Atmosferinin üst katmanlarında bulunan metan, gezegene mavi görüntüsünü vermektedir.
Uranüs'ün durağan atmosferinin aksine Neptün'ün atmosferi hareketli ve göze çarpan hava olayları ile dikkat çekmektedir. Örneğin, 1989'daki Voyager 2 yakın geçişi sırasında gezegenin güney yarım küresinde Jüpiter'deki
Büyük Kırmızı Leke'ye benzer bir Büyük koyu leke vardı. Bu atmosfer olayları, 2100
km/
s'e varan hızlara sahip Güneş Sistemi'ndeki en güçlü rüzgarlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Güneş'e olan uzaklığı nedeniyle, Neptün'ün üst atmosfer katmanları, -218°
C'ye kadar düşen
sıcaklığıyla Güneş Sistemi'ndeki en soğuk yerlerdendir. Bununla birlikte, gezegenin merkezi yaklaşık 5000 °C kadar sıcaktır. Neptün, 1960'larda farkedilen ve 1989'da Voyager 2 tarafından kesin olarak onaylanan çok ince ve parçalı bir halka sistemine de sahiptir.
Yüksek kısımlarında, Neptün atmosferi %80 hidrojen, ve %19 helyumdan oluşur. Eser miktarda metan da vardır. Metan, ağırlıklı olarak
elektormanyetik tayfın kızıl ve
kızılötesi bölgesine denk gelen 600 nm ve daha uzun
dalga boylu ışınları soğurur. Bu sebeple, tıpkı Uranüs gibi Neptün de mavi görüntüsüne kavuşur.
[30] Bununla birlikte, Neptün'ün
azur mavisi görünüşüne karşılık Uranüs, hafif
turkuvaza çalan bir görünüme sahiptir. Uranüs ve Neptün atmosferindeki metan miktarları çok benzer olduğu için bu farkın nedeninin atmosferlerdeki henüz bilmediğimiz bazı farklı bileşenler olduğu düşünülüyor.
Neptün atmosferi iki ana katmandan oluşur; içteki troposferde sıcaklık yükseldikçe azalır ve dıştaki stratosferde ise sıcaklık yükseldikçe artar. Bu iki katmanı ayıran tropopoz 0.1bar(10kPa) basınc seviyesindedir.
[3]Stratosferden sonra ise, 0.0001microbar ve daha düşük basınçtaki termosfer başlar.
[3] Ve son olarak termosferden sonra ekzosfer bulunur.
Atmosferin üst katmanlarındaki bulutlar
Yapılan çalışmalar Neptün troposferinin, yüksekliğe bağlı olarak değişen bileşimlere sahip
bulutlar barındırdığını göstermiştir. Yüksek seviylerdeki bulutlar, sıcaklığın metanın yoğunlaşmasına izin verdiği 1 barın altındaki basınçlarda oluşur. 1 - 5 bar arasındaki basınçlarda amonyak ve
hidrojen sülfür bulutlarının oluştuğuna inanılıyor. 5 barın üzerindeki basınçlarda ise bulutlar amonyak,
amonyum sülfit( (NH
4)
2S ) ve sudan oluşuyor olabilir. Daha derinlerdeki su buzu bulutları, sıcaklığın 0 °C'ya kadar yükseldiği 50 bar civarındaki basınçlarda meydana geliyor olmalı. Daha da alt kısımlarda amonyak ve hidrojen sülfit bulutları bulunabilir.
Sebebi henüz bilinmeyen nedenlerden dolayı gezegenin termosferi 1000 °C gibi anormal derecede yüksek bir sıcaklığa sahiptir. Neptün, Güneş'ten
morötesi ışınların bu sıcaklığı üretemeyeceği kadar uzaktadır. Atmosferle gezegenin
manyetik alanındaki iyonların etkileşimi de olası sebeplerden biridir. Termosfer ayrıca eser miktarlarda
karbondioksit ve su da içermektedir, bunun kaynağının da
göktaşları ve tozlar olduğu sanılıyor.
[31][34]
Neptün manyetosferi de Uranüs'ünkine çok benzemektedir. Manyetik ekseni, dönme eksenine göre
47° eğiktir. Voyager 2, Neptün'e varmadan önce Uranüs manyetosferinin eğikliğinin gezegenin aşırı eğik dönme ekseninin bir sonucu olduğu tahmin ediliyordu. Ama iki gezegenin manyetik alanlarını karşılaştırdıktan sonra, bilim adamları artık bu aşırı eğikliklere, gezegenlerin iç kısımlarındaki akıntıların neden olduğunu düşünüyor.
Neptün'ün dipol manyetik momenti 2.2 × 10
17 T·m
3'tür. Gezegen yarıçapının yaklaşık 35 katı kadar ötesinde, manyetik alanı
Güneş rüzgarlarını yavaşlatarak bir şok dalgası oluşturmaktadır. Güneş rüzgarları basıncının dengelendiği manyetopoz ise Neptün'den, kendi yarıçapının yaklaşık 25 katı kadar ileridedir. Manyetik alanın kuyruğu ise gezegen yarıçapının 72 katı kadar geriye uzanmaktadır.
Satürn:
Su yoğunluğu ile karşılaştırıldığında 0.69 olan bu değer,
Yerküre'nin yoğunluğunun % 12'si kadardır. Düşük yoğunluk, gezegenin akışkan yapısı ve kendi çevresindeki dönüş hızının yüksekliği ile birleşerek, Satürn'e ekvatorda geniş, kutuplarda basık
elipsoid görüntüsünü vermektedir. Yansıtılabilirlik derecesi(
albedo) 0.47 olan gezegen, böylece yüzeyine düşen güneş ışığının yarıya yakınını görünür tayfta yansıtmaktadır. Ancak kızılötesi alandaki ışınım ölçüldüğünde, Satürn'ün Güneş'ten aldığı enerjinin 3 kat fazlasını dışarı yaydığı görülür. Bu nedenle gezegen, Güneş'e olan uzaklığına göre hesaplanan 71K' den (-202 °C) çok daha yüksek bir
etkin sıcaklığa sahiptir ve 95K (-178 °C) sıcaklığında bir
kara cisim gibi ışır. Satürn'ün kendi içinde yarattığı bu enerji fazlası, gezegenin yerçekiminin etkisi ile yavaşça kendisi üzerine çökerek küçülmesi sırasında dönüştürülen potansiyel enerji ile açıklanmaktadır.
Kelvin-Helmholtz mekanizması olarak adlandırılan ve daha sınırlı ölçüde Jüpiter'de de gözlenen bu olgu Satürn'ün yarattığı ısıl enerji fazlasını tek başına açıklamaya yeterli değildir. Ek bir mekanizma olarak, gezegenin yüzeye yakın katmanlarında hidrojen ile karışım halinde bulunan helyumun ağırlığı nedeniyle merkeze doğru süzülerek göç etmesi sırasında potansiyel enerjisinin bir kısmını açığa çıkarması önerilmektedir.
Gaz devleri, içerdikleri elementlerin oranlarına göre iki alt gruba ayrılırlar.
Uranüs ve
Neptün 'buz' ve 'kaya' oranı daha yüksek
Uranian gezegenler grubundadır. Satürn ile
Jüpiter ise adını yine Jüpiter'den alan
Jovian gezegenler grubu içindedir. Jovian gezegenlerin kabaca
Güneş'i ve benzer
yıldızları oluşturan maddeleri bu yıldızlardakine yakın oranlarda içerdiği düşünülür. 20. yüzyıl başlarından itibaren, gezegenlerin çap, kütle, yoğunluk, kendi etrafında dönme hızları, uydularının davranışları gibi verilerden yola çıkılarak iç yapıları hakkında ortaya atılan görüşler, daha sonra tayf ölçümsel çalışmalarla ve son otuz yıl içinde gerçekleştirilen birçok uzay aracı araştırması ile zenginleştirilmiş ve günümüzde oldukça tatminkar modeller geliştirilmiştir.
Bu bilgiler çerçevesinde, Güneş sisteminin ilksel bileşenlerine paralel biçimde Satürn'ün kütlesinin büyük kısmını
hidrojen ve
helyumun oluşturduğu varsayılır. Hidrojen/Helyum kütle oranı 75-25 civarındadır. Daha ağır elementlerin
Güneş Bulutsusu içindeki toplam payı %1 iken, hafif bir zenginleşme ile Satürn'de %3-5 arasında olabileceği hesaplanmaktadır. Bu yapı taşları özgül ağırlıklarına göre tabakalanmış durumdadır:
- Satürn'ün merkezinde demir ve ağır metallerle birlikte bunları çevreleyen daha hafif elementlerin oluşturduğu bir 'buz' ve 'kaya' tabakasından oluşan bir çekirdek bulunur. Gezegenin ileri derecedeki basıklığının nedeni olarak büyük ve yoğun bir çekirdek varlığı gösterilmektedir. Bazı hesaplamalar, gözlenen basıklık oranını sağlayabilmek için çekirdeğin gezegen kütlesinin dörtte biri kadar büyük bir kısmını oluşturması gerektiği sonucuna ulaşmaktadır. Bu, 25 Yer kütlesine sahip ve yarıçapı 10.000 kilometreyi aşan bir kaya, buz ve metal kütlesi anlamına gelir ve Satürn'ün ağır elementler açısından tahmin edilenden daha da zengin olabileceğini gösterir. Satürn‘ün merkezinde sıcaklığın 12.000K, basıncın 10 megabar (10 milyon atmosfer) üzerinde olduğu tahmin edilir.
- Çekirdeği çevreleyen alanda metalik hidrojenden oluşmuş manto tabakası yer alır. Hidrojen 3 ila 4 Mbar'dan daha yüksek basınçlarda devreye giren van der Waals kuvvetlerinin etkisi ile moleküler yapısını kaybederek metalik özellikler kazanır, ısıl ve elektriksel iletkenliği çok artar. Jüpiter'de olduğu kadar büyük olmayan bu katmanın, yaklaşık 20.000 km.lik bir kalınlıkla çekirdekten gezegen yarıçapının yarısı kadar bir uzaklığa yayıldığı sanılır.
- En dışta, gezegenin hacminin %90'ını oluşturan en az 30.000 km. kalınlığında moleküler hidrojen(H2) tabakası bulunur. Gezegenin yüzeyine yaklaşıldıkça basınç, ısı ve yoğunluk düşer, hidrojen sıvıdan gaza dönüşür ve giderek atmosfer olarak adlandırılabilecek ortama geçilir.
Bu şemada helyumun konumu çok iyi aydınlatılabilmiş değildir. Satürn atmosfer ve dış tabakalarında helyum oranının beklenenden çok daha az olduğu gözlenmiştir. Buna, Jüpiter'e oranla daha soğuk olan gezegende, helyumun en dıştan başlayarak yoğunlaşıp bir
süperakışkan şeklinde gezegenin içine doğru yağdığı ve gezegen yüzeyindeki oranının gittikçe düştüğü şeklinde bir açıklama getirilmiştir. Bu olasılığın geçerli olması durumunda helyumun sıvı hidrojen tabakaları içinden geçerek manto ve çekirdek arasında ayrı bir katman oluşturması beklenir. Bugün, metalik hidrojen katmanının da sıvı nitelikte olduğu görüşü yaygın olarak kabul edilmektedir. Katı fazdaki bir manto tabakasının Satürn'ün ürettiği büyük ısıyı dışarı iletemeyeceği ve bu aktarım için
madde akımına (konveksiyon) olanak sağlayan sıvı bir ortamın gerekli olduğu düşünülmektedir. Konveksiyon akımlarının katmanlar arasında ne ölçüde madde alışverişine izin verdiği bilinmemektedir. Güçlü yerçekiminin ve akışkan yapının sonuçta ağır elementleri sürekli olarak merkeze doğru çökmeye zorlayacağı tahmin edilmekle birlikte, buz ve kaya oluşturan bileşiklerin tümünün çekirdeğe hapsolmuş durumda olmayabileceği, bir kısmının metalik ve moleküler hidrojen katmanlarında eriyik halinde ya da askıda bulunabileceği varsayılabilir.
Atmosfer
|
Gaz | Oran |
Hidrojen H2 | <0.94 |
Helyum He | <0.06 |
Metan CH4 | 0.002 |
Su H2O | 0.001 |
Amonyak NH3 | 0.0001 |
Etan C2H6 | 5x10−6 |
Hidrojen sülfid H2S | 1x10−6 |
Hidrojen fosfür PH3 | 1x10−6 |
Asetilen C2H2 | 1x10−7 |
Satürn kalın ve karmaşık bir
atmosfer tabakası ile çevrilidir. Atmosferin temel bileşeni, bir
gaz devi gezegenden bekleneceği gibi,
Güneş Bulutsusu’nun içeriğine benzer olarak,
hidrojen gazıdır. Ancak,
Jüpiter'in atmosferinden farklı olarak,
helyum oranının beklenenden düşük olduğu gözlenir.Bu olgunun, helyumun
kütleçekimi etkisi ile gezegenin daha derinlerine doğru çökmesi ile ilişkili olabileceği düşünülür. Satürn atmosferi %94 hidrojen ve %6 helyumdan oluşmaktadır. Bunları %0,2 oranla
metan (CH
4), %0,1 oranla
su buharı (H
2O), ve %0,01 oranla
amonyak (NH
3) izler. Azot, hidrojen, karbon, oksijen, kükürt, fosfor ve diğer elementleri içeren çeşitli bileşiklere milyonda bir düzeyini geçmeyen oranlarda rastlanır.
Aslında gaz devlerinin belirli bir yüzeyi olduğu söylenemez, gezegenden atmosfer olarak adlandırılabilecek en dış gaz tabakasına doğru kesintisiz, yumuşak bir geçiş söz konusudur. Bu tür gezegenlerin çapları hesaplanırken 1 bar (yaklaşık 1 atmosfer) sınırının dışında kalan kısım dikkate alınmaz, basıncın 1 barı aştığı noktadan itibaren tüm hacim gezegenin sınırları içinde kabul edilir. Ancak çoğu zaman, atmosfer olarak adlandırılan alan, hidrojen gazı yoğunluğunun sıvı hidrojen yoğunluğu düzeyine çıktığı 10.000 bar basınç sınırına yani gezegenin binlerce kilometre içine dek genişletilir.
Satürn’ün daha zayıf çekim gücü nedeniyle, atmosferi gezegenin merkezinden uzaklık bakımından daha geniş bir alana yayılmıştır; derinlikle ısı ve basınç artışı Jüpiter’e oranla daha sınırlıdır. Bu nedenle, atmosferin alt sınırı olarak kabul edilebilecek fizik koşullara çok daha derinlerde ulaşılır. Aynı şekilde, atmosferin çeşitli yükseltilerinde görülen değişik bileşiklerin yoğunlaşmasından oluşmuş bulutlar Jüpiter’e oranla birbirinden daha aralıklı yer alırlar. En yüksek bulutlar,
tropopoz düzeyinin yaklaşık 100 km. altında
amonyak, 200 km. altında
amonyum hidrosülfid ve 300 km. altında su buzundan oluşmuş bulutlardır.
Bulutlar ve atmosfer akımları
Jüpiter’dekine benzer ekvatora paralel bulut kuşakları Satürn atmosferinde de gözlenir, ancak kuşaklar arasındaki renk ve kontrast farkı aynı derecede çarpıcı değildir. Bu silik görünümün nedeni bulut katmanlarının daha geniş bir yükselti aralığına dağılmış ve kalın bir atmosfer kütlesi ile örtülmüş olmalarıdır. Birbirine komşu kuşaklarda bulutların zıt yönde ve büyük bir hızla ilerledikleri görülür. Kuşakların dağılım ve hareketleri kuzey ve güney yarımkürelerde Jüpiter’e oranla daha simetriktir. Batıdan doğuya doğru 1800 km./saat hızında kesintisiz bir akımın gözlendiği ekvator kuşağı, kuzey ve güney yönünde 35. enlem derecelerine kadar uzanarak gezegenin en büyük meteorolojik yapısını oluşturur.
Yeryüzünden yapılan gözlemlerde bazıları devasa boyutlara ulaşan 'beyaz leke'ler gözlenmiştir. Bu oluşumların, günler, bazen haftalar süren fırtına alanları olduğu düşünülür.
Cassini uzay sondası kısa süre içinde birçok yeni fırtına alanı saptamıştır.
Katı bir yüzeye sahip olmayan Satürn'ün dönüş özelliklerinin, atmosfer yapılarının gözlenen hareketlerine göre belirlenmesine çalışılmıştır. Ekvator bölgesi ile kutupların farklı devirlerle dönmesi, 'Sistem I' ve 'Sistem II' olmak üzere iki ayrı dönme süresi tanımlanmasına yol açmıştır. Ekvator bölgelerinin dönüşü 10 saat 14 dakika 00 saniyede tamamlanır ve Sistem I olarak adlandırılır. Kutup bölgelerinde dönüş süresi 10 saat 39 dakika 24 saniyedir ve Sistem II adını alır. Satürn'den yayılan
mikrodalga ve
radyo dalgaboyundaki ışınımların ise 10 saat 39 dakika 22,4 saniyelik bir dalgalanma göstermelerine dayanarak, gezegenin manyetik alanını belirleyen metalik hidrojen kütlesinin bu hızla dönmekte olduğu sonucu çıkarılmıştır. 'Sistem III' adı verilen bu periyot Satürn'ün gerçek dönüş hızı olarak kabul edilir, ve bu değerin kutuplardaki dönüş hızı ile hemen hemen aynı olduğu, ekvatorda ölçülen farklı hızın bu bölgelerdeki bulutların 1800 km./saat hıza ulaşan rüzgarlar nedeniyle doğuya doğru hareket etmelerinden kaynaklandığı dikkati çeker.
Voyager 1 ve
Voyager 2 uzay sondalarının 1980 ve 1981 yıllarındaki geçişleri sırasında yaptıkları duyarlı ölçümlere dayanan bu değer, 1997 yılında
Paris Gözlemevi gökbilimcileri tarafından 6 dakika daha uzun olarak ölçüldü.
Cassini uzay aracının 2004 yılında Satürn'e yaklaşmakta iken yaptığı ölçümlerde belirlediği 10 saat 45 dakika 45 saniye uzunluğundaki radyo dönüş periyodu de bu son bulguyla uyumlu idi. Gezegenin dönüş hızında kısa sürede bu denli önemli değişikliklerin olanak dışı olduğu bilinmekte, öte yandan Voyager ve Cassini sondalarının güvenilirliği tartışılmamaktadır. Radyo kaynağının dönüş hızındaki bu sapmaların aydınlatılması, gezegenin iç yapısı hakkında değerli bilgiler sağlayabilecektir.
-
Cassini uzay aracı tarafından çekilen bir Satürn fotoğrafı
Satürn'ün ilk bakışta dikkati çeken belirleyici özelliği halka sistemidir. Satürn‘ün halkaları, gökyüzünün basit teleskoplarla izlenmeye başlandığı 17. yüzyıldan bu yana Satürn'ü diğer gezegenlerden ayırdeden eşsiz bir yapı olarak bilinegelmiştir. 1970'lerden sonra diğer gaz devlerinin de halkaları bulunduğu keşfedilmiştir.
Halkalar, ekvator düzleminde gezegenin merkezinden uzaklıkta 67.000 km. ile 480.000 km. arasında kalan alanı kaplamaktadır. Satürn'ün yarıçapı R
S=60.250 km. olarak alınırsa halkaların iç sınırının gezegenin yüzeyine 6.700 km. uzaklıkta bulunduğu görülür. Dış sınırı ise Satürn için yaklaşık 2,5 R
S yani 150.000 km. olan
Roche limitinin çok ötesindedir. Halkaların kalınlığı ise sadece 100 metre kadardır. Satürn halkaları çoğunluğunun çapı 1 cm. ile 10 m. arasında değiştiği düşünülen büyük sayıda buz parçacıklarından oluşmuştur. Halkaların yoğunluğunun gezegen merkezinden uzaklığa göre büyük değişimler gösterdiği, bazı alanlarda boşluklar bulunduğu bilinmektedir. Bunların
Satürn uydularının çekim etkileri ile ilişkisi gösterilmiş, hatta yörüngesi halkaların içinde bulunan ve
çoban uydular olarak adlandırılan küçük uyduların halkaların bilinen yapısının korunmasındaki rolleri aydınlatılmıştır. Ancak son 25 yılda uzay aracı araştırmalarından elde edilen büyük miktardaki yeni bilgi, Satürn halkalarının bugün için de tam olarak açıklanamamış birçok özelliğini ortaya koymaktadır.
Satürn güçlü bir manyetik alana sahiptir. Jüpiter'in manyetik alanının yirmide biri kadar güç sağlayan bu
çift kutuplu, Yer ile karşılaştırıldığında 800 kata ulaşan büyüklüğü ile devasa ölçektedir. Gezegenin manyetik ekseni dönme ekseni ile hemen hemen çakışır ve Jüpiter'de olduğu gibi manyetik kutupları Yer'in kutuplarına göre ters yerleşmiş durumdadır. Bu çift kutuplunun yanı sıra, Satürn'ün manyetik alanının, yapısını karmaşıklaştıran bir dört kutuplu ve bir sekiz kutuplu bileşeni bulunmaktadır.
Satürn, manyetik alanının
Güneş rüzgarı ile etkileşimi sonucunda büyük bir
manyetosfer oluşur. Bu bölge, güneş kökenli yüksek enerjili parçacıklardan oluşan
plazma akımının gezegenin manyetik alanı tarafından saptırılarak engellendiği, Satürn'ün Güneş'e dönük yüzünde 300–1000 km./saniye hızındaki Güneş rüzgarı tarafından gezegene doğru itilen, karanlık yüzünde ise yüzlerce milyon kilometre uzunluğunda bir ‘manyetik kuyruk‘ şeklinde devam eden, damla biçiminde bir hacmi kapsar. Manyetosferin en dışında Güneş rüzgarının çarparak hızla yavaşladığı ve yön değiştirdiği bir
şok dalgası bulunur. Güneş etkinliğine göre gezegene uzaklığı değişen bu sınır,
Cassini uzay sondası tarafından Satürn'den Güneş doğrultusunda 3 milyon km. uzaklıkta saptanmıştır. Daha içeride ise güneş kökenli parçacıkların aşamayarak çevresinden dolaşmak zorunda kaldığı
manyetopoz yer alır. Manyetopoz, Satürn'ün manyetosferini sınırlar. Manyetosfer içinde
iyonize atomlar, serbest
elektronlar, yüklü toz tanecikleri ve nötr atom ve molekülleri içeren bir
plazma bulunur, ancak bu plazmanın yoğunluğu Jüpiter'dekine oranla çok azdır. Bunun nedenleri, Satürn'ün manyetosferi içinde iyonize madde kaynağı olabilecek
İo benzeri bir uydusunun olmaması ve parçacıkların
Satürn‘ün halkaları tarafından yakalanarak sürekli bir şekilde ortadan kaldırılmalarıdır.
Serbest kalan yüklü parçacıklar, manyetik alan çizgileri boyunca toplanarak,
Van Allen kuşakları benzeri ışınım alanları oluştururlar. Satürn'ün manyetik kutuplarındaki açık manyetik çizgiler boyunca ilerleyerek atmosferin yüksek tabakalarında
kutup ışıklarının ortaya çıkmasına neden olurlar.
Jüpiter:
Jüpiter gerek çap, gerekse kütle açısından Güneş Sistemi'ndeki en büyük gezegendir. Nispeten düşük olan yoğunluğu (suyun yoğunluğunun 1,33 katı), gezegenin akışkan yapısı ve kendi çevresindeki dönüş hızının yüksekliği nedeniyle,
Satürn kadar olmasa da ekvatorda geniş, kutuplarda basık
elipsoid görünüme sahiptir. yansıtabilirlik derecesi (
albedo) 0,52 olan gezegen, böylece yüzeyine düşen Güneş ışığının yarıdan fazlasını görünür tarafta yansıtmaktadır. Ancak kızılötesi alandaki ışınım ölçüldüğünde, Jüpiter'in Güneş'ten aldığı enerjinin 2,3 katı kadarını dışarı yaydığı görülür. Bu nedenle gezegen, Güneş'e olan uzaklığına göre hesaplanan 106 K'den (-167 °C) çok daha yüksek bir
etkin sıcaklığa sahiptir ve 126 K (-147 °C) sıcaklığında bir
kara cisim gibi ışır. Jüpiter'in kendi içinde yarattığı bu enerji fazlası, gezegenin yerçekiminin etkisi ile yavaşca kendisi üzerine çökerek küçülmesi sırasında dönüştürülen potansiyel enerji ile açıklanmaktadır. Bu olgu
Kelvin-Helmholtz mekanizması olarak adlandırılır.
Gaz devleri, içerdikleri elementlerin oranlarına göre iki alt gruba ayrılırlar.
Uranüs ve
Neptün 'buz' ve 'kaya' oranı daha yüksek
Uranüs benzeri gezegenler grubundadır. Jüpiter ve
Satürn ise, adını yine Jüpiter'den alan
Jüpiter benzeri gezegenler grubu içindedir. Jüpiter benzeri gezegenlerin kabaca
Güneş'i ve benzer
yıldızları oluşturan maddeleri bu yıldızlardakine yakın oranlarda içerdiği düşünülür. 20. yüzyıl başlarından itibaren, gezegenlerin çap, kütle, yoğunluk, kendi etrafında dönme hızları, uydularının davranışları gibi verilerden yola çıkılarak iç yapıları hakkında ortaya atılan görüşler, daha sonra tayfölçümsel çalışmalarla ve son otuz yıl içinde gerçekleştirilen birçok uzay aracı araştırması ile zenginleştirilmiş ve günümüzde oldukça tatminkar modeller geliştirilmiştir.
Bu bilgiler çerçevesinde, Güneş Sistemi'nin ilksel bileşimine paralel biçimde Jüpiter'in kütlesinin büyük kısmını
Hidrojen ve
Helyumun oluşturduğu varsayılır. Hidrojen/Helyum kütle oranı 75/25 civarındadır. Daha ağır elementlerin
Güneş Bulutsusu içindeki toplam payı % 1 iken, hafif bir zenginleşme ile Jüpiter'de % 3-4½ arasında olabileceği hesaplanmaktadır. Bu sonuca, gezegenin gözlenen basıklığının 10-15 Yer kütlesinde yoğun bir çekirdeğin varlığı ile açıklanabilmesi üzerine varılmıştır. Jüpiter'i oluşturan yapı taşları özgül ağırlıklarına göre tabakalanmış durumdadır:
- Gezegenin merkezinde demir ve ağır metallerle birlikte bunların çevresinde daha hafif elementleri içeren bir 'buz' ve 'kaya' tabakasının oluşturduğu çekirdek bulunur. Bu noktada ısı 20.000 K, basınç 100 megabara (100 milyon atmosfer) yakındır. Yüksek basınçlar nedeniyle yoğunluğu 20 g/cm3 olan bu katmanın yarıçapı 10.000 km.'den küçük, ancak kütlesi Yer'in 10 katını aşkındır.
- Çekirdeği çevreleyen alanda metalik hidrojenden oluşmuş 40.000 km. kalınlığında manto tabakası yer alır. Hidrojen, 3 ila 4 Mbar'dan daha yüksek basınçlarda devreye giren van der Waals kuvvetlerinin etkisi ile moleküler yapısını kaybederek metalik özellikler kazanır, ısıl ve elektriksel iletkenliği çok artar. Manto tabakası, merkezden itibaren gezegen yarıçapının ¾'üne dek uzanır, Jüpiter'in hacminin yarıya yakınını, kütlesinin ise çok büyük bir çoğunluğunu oluşturur. Bu alandaki metalik hidrojenin sıvı nitelikte olduğu, yoğunluğunun dıştan içe doğru 1'den 5'e kadar (su = 1) yükseldiği sanılmaktadır.
- En dışta 20.000 km kalınlığında moleküler hidrojen (H2) tabakası bulunur. Gezegenin yüzeyine yaklaşıldıkça basınç, ısı ve yoğunluk düşer, hidrojen sıvıdan gaza dönüşür ve giderek atmosfer tabakasına geçilir.
Katmanlar arasında keskin sınırlar olmadığı, bir fazdan diğerine kademeli geçişler olduğu, aynı zamanda konveksiyon akımlarının katmanlar arası madde alışverişine kısmen de olsa izin verdiği tahmin edilir. Gezegenin iç kesimlerinde üretilen dev boyutlardaki ısının bu tür akımlar yardımıyla yüzeye dek aktarılabilmesi tümüyle akışkan nitelikte bir iç yapı varlığını gerektirmektedir.
Jüpiter'in bir gaz devinin ulaşabileceği en büyük çapa yakın boyutlarda olduğu hesaplanmıştır. Kütlesi daha büyük olan bir gezegen, artan kütleçekim gücünün etkisi ile kendi üzerine çökerek, Jüpiter'e oranla daha büyük yoğunluğa, daha küçük bir hacme sahip olacaktı. Daha yüksek çekirdek sıcaklığı anlamına gelen bu durum, kütlesi Güneş'in kütlesinin % 8'i kadar olan bir gezegenin
nükleer füzyon için gerekli iç sıcaklığa ulaşarak bir
yıldız haline gelmesi ile sonuçlanır. Bu nedenle, 0,001 Güneş kütlesindeki Jüpiter, 'yıldız olmayı başaramamış' bir gökcismi olarak da tanımlanabilir.
Jüpiter'in kalın ve karmaşık bir
atmosfer tabakası bulunmaktadır. Bu atmosferin Güneş Sistemi'nin kökenini oluşturan
Güneş Bulutsusu'nun varsayılan yapısına yakın olarak, % 88 oranında moleküler
hidrojen (H
2) ve % 12 oranında
helyum (He) içerdiği saptanmıştır. Bunları % 0,1 oranla
su buharı (H
2O) ve
metan (CH
4) ve % 0,02 oranla
amonyak (NH
3) izler.
Azot, hidrojen,
karbon,
oksijen,
kükürt,
fosfor ve diğer elementleri içeren çeşitli bileşiklere milyonda bir düzeyini geçmeyen oranlarda rastlanmaktadır.
Aslında gaz devlerinin belirli bir yüzeyi olduğu söylenemez, gezegenden atmosfer olarak adlandırılabilecek en dış gaz tabakasına doğru kesintisiz, yumuşak bir geçiş sözkonusudur. Bu tür gezegenlerin çapları hesaplanırken 1 bar (yaklaşık 1 atmosfer) sınırının dışında kalan kısım dikkate alınmaz, basıncın 1 barı aştığı noktadan itibaren tüm hacim gezegenin sınırları içinde kabul edilir. Ancak çoğu zaman, atmosfer olarak adlandırılan alan, hidrojen gazı yoğunluğunun sıvı hidrojen yoğunluğu düzeyine çıktığı 10.000 bar basınç sınırına yani gezegenin binlerce kilometre içine dek genişletilir.
Uzaktan bakıldığında, Jüpiter yüzeyinin özellikle ekvatora yakın enlemlerde belirginleşen ardışık koyu ve açık renkli bulut kuşaklarından oluştuğu görülür. atmosferin en üst katmanlarındaki bulutlar kristal halindeki amonyak ve su parçacıklarından oluşur. Atmosferin derinliklerine doğru, yoğuşma sıcaklıklarına göre değişik bileşiklerin meydana getirdiği bulutlar tabakalar halinde birbirini izler. Atmosferde dikey ve yatay doğrultuda yoğun bir hareketlilik gözlenir, 600 km/saat hıza ulaşan rüzgârlar nadir değildir.
15.000×25.000 km boyutları ile yerküreyle karşılaştırılabilecek büyüklükteki
Büyük Kırmızı Leke'nin çok uzun ömürlü dev bir 'fırtına' alanı olduğu düşünülmektedir.
Jüpiter:
Güneş:
Güneş yüzeyi kütlesinin % 74'ünü ve hacminin % 92'sini oluşturan
hidrojen,
kütlesinin % 24-25'ünü
[9] ve hacminin % 7'sini oluşturan
helyum ile
Fe,
Ni,
O,
Si,
S,
Mg,
C,
Ne,
Ca, ve
Cr gibi diğer elementlerden oluşur.
[10]Güneş'in
yıldız sınıfı G2V'dir.
G2 Güneş'in yüzey sıcaklığının yaklaşık 5.780
K olduğu, dolayısıyla beyaz renge sahip olduğu anlamına gelir. Günışığının atmosferden geçerken kırılması sonucu sarı gibi görünür. Bu mavi fotonların
Rayleigh saçılımının sonucunda yeteri kadar mavi ışığın kırılmasıyla geride sarı olarak algılanan kırmızılığın kalmasıdır.
Tayfı içinde
iyonize ve
nötr metaller olduğu kadar çok zayıf
hidrojen çizgileri de bulunur.
V eki (Roma rakamıyla beş) çoğu yıldız gibi Güneş'in de
ana dizi üzerinde olduğunu gösterir. Enerjisini
hidrojen çekirdeklerinin
füzyonla helyuma dönüşmesinden elde eder ve
hidrostatik denge içindedir, yani zaman içinde ne genişler ne de küçülür. Saniyede 600 milyon ton
hidrojen,
helyuma dönüşür. Bu da, Güneş`in her geçen saniye 4,5 milyon
ton hafiflemesine yol açar. Güneş'teki
füzyon olayı sonucunda kızıl kırmızımsı bir alev 15-20 bin km yükselir ve Güneş Fırtınası meydana gelir. Galaksimizde 100 milyondan fazla G2 sınıfı yıldız bulunur. Güneş,
galaksimiziçinde bulunan yıldızların % 85'inden daha parlaktır, Güneş'ten daha sönük olan bu yıldızların çoğu
kırmızı cücelerdir.
[11]
Güneş,
Samanyolu merkezinin çevresinde yaklaşık 26.000
ışık yılı uzaklıkta döner. Galaktik merkez çevresinde bir dönüşünü yaklaşık 225–250 milyon yılda bir tamamlar. Yaklaşık yörünge hızı saniyede 220 kilometredir (+/-20 km/s). Bu da her 1.400 yılda bir 1 ışık yılıdır. Bu galaktik uzaklık ve hız bilgileri şu anda sahip olduğumuz en doğru bilgilerdir. Ancak bilimde her zaman olduğu gibi bilgi arttıkça bunlar da değişebilir.
[12]
Güneş çekirdeği merkezden 0,2 Güneş yarıçapına kadar uzanır. Yoğunluğu 150.000 kg/m³ (Yeryüzünde suyun yoğunluğunun 150 katı) civarında, sıcaklığı da 13.600.000 kelvin kadardır (yüzey sıcaklığı yaklaşık 5.800 kelvindir). Yakın zamandaki SOHO (Solar and Heliospheric Observatory) misyonunun getirdiği bilgiler çekirdekte ışınsal bölgeye doğru daha hızlı bir dönme hızı olduğunu belirtmektedir
[20] Güneş'in yaşamının çoğunda enerji,
proton-proton zincirleme tepkimesi diye adlandırılan aşamalardan oluşan ve
hidrojeni helyuma çeviren
nükleer füzyon ile oluşur. Çekirdek, füzyon ile önemli derecede
ısı oluşturulan tek yerdir. Yıldızın geri kalanı çekirdekten dışarıya doğru transfer edilen enerjiyle ısınır. Çekirdekte füzyonla oluşan tüm enerji arka arkaya gelen katmanlardan geçerek Güneş ışık küresine ulaşır ve buradan uzaya gün ışığı ve parçacıkların kinetik enerjisi olarak yayılır.
Güneş'te serbest olarak bulunan toplam ~8.9×10
56 proton (hidrojen çekirdeği) her saniye 3,4×10
38 kadarı helyum çekirdeğine dönüşür, saniyede 4,26 milyon ton madde-enerji dönüşüm oranıyla saniyede 383 yotta
watt(3,83×10
26 W) ya da 9,15×10
10 megaton TNT enerji açığa çıkar. Bu aslında Güneş çekirdeğinde 0,3 µW/cm³ ya da 6 µW/kg madde gibi oldukça düşük bir enerji üretimi oranına karşılık gelir. Örneğin insan vücudu yaklaşık olarak 1,2 W/kg ısı üretir, yani bu da Güneş'in birim kütle başına milyonlarca katı demektir. Dünya üzerinde benzer parametreler kullanılarak plazma ile enerji üretilmesi tamamen mantıksız olacaktır çünkü orta kapasitede 1 GW'lık bir füzyon güç santralı bir küp mil hacminde 170 milyar tonluk plazmaya ihtiyaç duyacaktır. Dolayısıyla yeryüzünde bulunan füzyon reaktörleri, Güneş'in içindekinden çok daha yüksek plazma sıcaklıkları kullanmaktadır.
Nükleer füzyon hızı, yoğunluk ve sıcaklığa çok yakından bağlıdır, dolayısıyla çekirdekteki füzyon hızı kendi kendini düzenleyen bir dengeye sahiptir. Biraz yüksek bir füzyon hızı sonucunda çekirdek ısınarak dış katmanlara doğru hafifçe genişleyecek, füzyon hızını azaltacak ve kendini düzenleyecektir. Biraz düşük bir füzyon hızı da çekirdeğin soğumasına ve daralmasına dolayısyla da füzyon hızının artmasına neden olacaktır.
Nükleer füzyon tepkimeleri sonucunda açığa çıkan yüksek enerjili
fotonlar (kozmik, gama ve X ışınları) Güneş plazmasının yalnızca birkaç milimetresi tarafında emilir ve tekrar rastgele yönlerde çok az enerji kaybederek tekrar yayılır, bu nedenle de ışımanın Güneş'in yüzeyine ulaşması uzun zaman alır. "Foton yolculuk zamanı" 10.000 ilâ 170.000 yıl kadar sürer.
[21]
Isıyayımsal dış katmandan şeffaf "yüzey" ışık küreye doğru son bir yolculuktan sonra fotonlar görünür ışık olarak kaçar. Güneş'in merkezinde bulunan her gama ışını uzaya kaçmadan önce birkaç milyon görünür ışık fotonuna dönüşür.
Nötrinolar da çekirdekteki tepkimelerde oluşur ama fotonların aksine nadiren madde ile etkileşime girer, dolayısıyla hemen hemen hepsi Güneş'ten hemen kaçabilir. Çok uzun yıllar, Güneş'te üretilen nötrinoların ölçümü kuramlar sonucu tahmin edilenden üç kat daha düşüktü. Bu tutarsızlık yakın zamanda nötrino salınım etkilerinin keşfiyle çözüldü. Güneş gerçekten de kuramlarca önerilen miktarda nötrinoyu açığa çıkarmakta, ancak nötrino algılayıcıları bunların üçte ikisini kaçırmaktadır. Bunun sebebi, nötrinoların
kuantum sayılarını değiştirmeleridir.
Güneş:
Sirius A
Sirius-A bu parlak görünümünü aslında
aydınlatma gücünün yanı sıra
Güneş Sistemi'ne yakınlığına borçludur.
Güneş'e 2.6
parsek (8.47
ışık yılı) uzaklıkta oluşundan dolayı, Sirius Sistemi
uzaydakiyakın komşularımızdan biridir. Sirius-A
kütlesi bakımından Güneş'in iki katı olup 1.42’lik bir
mutlak kadir’e sahiptir.
Aydınlatma gücü Güneş'in 25 katı olmakla birlikte,
Canopus veya
Rigel gibi diğer parlak
yıldızlarınkine oranla aşağıda kalır. Sirius Sistemi’nin yaşı 200 milyon – 300 milyon yıldır. Sistemin oluşma başlangıcında baş rolü oynayan iki mavimsi yıldızdı. Bu iki yıldızdan da
kütlesibakımından baş roldeki, vaktiyle, kaynaklarını tüketerek, dış katmanlarını kaybetmeden önce
kızıl dev haline gelmiş ve yaklaşık 120 milyon yıl önce, bugünkü halini almak üzere, yani bir
beyaz cücehaline gelmek üzere içine çökmüş Sirius-B yıldızıdır.
[1]
Sirius A ve Sirius B
Pollux:Pollux (β Gem, β Geminorum, Beta Geminorum), İkizler takımyıldızı içinde yer alan ve yaklaşık olarak 34 ışık yılı uzaklıkta bulunan bir yıldızdır. Tayf sınıfı K0IIIb olan turuncu dev yıldızın görünen parlaklığı +1,15kadirdir. Pollux, komşusu Castor (Alfa Geminorum) dan daha parlaktır ve takımyıldızın en parlak yıldızıdır. Gökada içinde Güneş'e göre 31 km/sn'lik bir hızla hareket eder. Gökada merkezinden uzaklığı, 24.100 ile 36.400 ışık yılı aralığında tahmin edilmektedir.[3] 2006 yılında, Pollux'un yörüngesinde bir gezegenin varlığı doğrulandı.[6]
Arcturus:
Arcturus, Çoban takımyıldızı'nın (Boötes Takımyıldızı) alfa yıldızı olup, Sirius ve Canopus’tan sonra göğün üçüncü parlak yıldızıdır. Güneş’ten 37 ışık yılı uzaklıkta bulunan Arcturus’un Görünür kadiri −0,04'tür. Bir turuncu dev yıldız olan Arcturus’un tayf türü K1.5 IIIpe olarak belirtilir. Çapı Güneş’imizin 20 katı olup, Güneş’ten 180 kat daha fazla enerjiaçığa çıkarır.
Aldebaran:
Aldebaran (α Tau, α Tauri, Alpha Tauri),
Boğa takımyıldızı yönünde yaklaşık olarak 65
ışık yılı uzaklıkta bulunan bir
kırmızı dev yıldızdır. 0,87
kadir ortalama büyüklüğüyle takımyıldızının
en parlak yıldızı olan Aldebaran, gece gökyüzünün de en parlak yıldızlarından birisidir. Aldebaran, Arapça (
الدبران) 'takip eden' veya 'izleyen' demektir. Bu konumda 'izlenen'
V harfi şeklinde bir araya gelmiş bir yıldız kümesi olan
Hyades'dir.
1997 yılında bir
altyıldız arkadaşı olduğu iddia edilmiş, fakat sonradan yapılan gözlemler bu iddiayı doğrulamamıştır.
K5III tipi bir yıldız olarak sınıflandırılan Aldebaran, Hertzsprung-Russell diyagramı'nın Anakol çizgisinden uzaklaşmış bir kırmızı dev yıldızdır. Çekirdeğindeki hidrojen yakıtı tükenmiş ve hidrojen füzyonu durmuştur. helyum füzyonu için yeterince sıcak olmamasına rağmen, yıldızın çekirdek ısısı kütleçekimi basıncı nedeniyle artmış ve çapı Güneş'in çapının 44,2 katı artmıştır (yaklaşık 61 milyon kilometre). Hipparcos uydusu, uzaklığını 65,1 ışık yılı (20.0 pc) olarak ölçmüştür ve Güneş'ten 425 kat fazla aydınlatma gücüne sahiptir.
Aldebaran, kısmen parlaklığı ve kısmen de çok belirgin bir yıldız deseniyle uzaysal ilişkisi nedeniyle, gece gökyüzünde bulması kolay olan yıldızlardan biridir.
Avcı'nın kuşağını oluşturan üç yıldızdan, soldan sağa (kuzey yarımkürede) doğru bir hat izlendiğinde bulunan en parlak yıldız Aldebaran'dır.
Aldebaran, boğa'nın başını oluşturan V şeklindeki
açık yıldız kümesi Hyades'in en parlak üyesidir. Ancak Aldebaran, sadece şans eseri Dünya ile Hyades arasındaki görüş doğrultusunda yer alır. Yıldız kümesi (Hyades), Dünya'dan 150 ışık yılı uzaklığıyla Aldebaran'a göre iki kat daha fazla uzakta yer alır.
Aldebaran, Ay tarafından örtülmesine yeterli olacak kadar tutulum düzlemine yakındır. Ay'ın yükselen düğümü, sonbahar ekinoksuna yakın olduğunda böyle bir örtülme gerçekleşebilir. Böyle bir olay, 2015 yılı civarında meydana gelecektir. Aldebaran'ın çapının daha doğru bir şekilde tahmin edilmesi 22 Eylül 1978 tarihinde gerçekleşen bir örtülmeyle olmuştur. Her yıl 1 Haziran civarında, Güneş ve Aldebaran kavuşumu gerçekleşir.
Aldebaran:
Rigel:Büyük Avci dikdörtgeni'nin alt sağ köşesindeki parlak mavi-beyaz görünümlü Rigel (Ricel, Arapça, ayak), Avcı'nın ayak bileğini oluşturur ve yaklaşık 1000 ışık yılı uzaklıktadır. Işıması çok güçlüdür. Rigel, Güneş'ten her saniye başına 50.000 kat daha fazla ışınım yapmaktadır. Sıcak ve genç bir yıldızdır, dış tabakalarında sıcaklık Güneş'in yaklaşık üç katı, yani 15000 K olup yayınladığı ışık mavi renk ağırlıklıdır.
Yaklaşık 4 milyon yıllık yaşı süresince
güneş kütlesinin onbeş katı kadarlık bir maddeyi püskürterek kendisini çevreleyen dev bulutsuyu oluşturmuştur. Bulutsunun, Tabanca Yıldızı ile aynı kimyasal kompozisyona sahip olduğunun tespiti bunu destekleyen bir diğer önemli bulgudur. Tabanca Bulutsusu o kadar yaygındır ki, Güneş'e en yakın yıldız olan
Alfa Centauri arasındaki mesafe kadar bir boşluğu kaplamaktadır. Yani boyutu yaklaşık 4 ışık yılı (40 trilyon km) dır. Benzer bir yapı gökadamızın bir başka üstündev yıldızı olan
Eta Carinae çevresinde de mevcuttur. İlginç olan şudur ki; yapılan hesaplamalara göre Tabanca Yıldızı'nın ilk oluştuğu andaki kütlesi teorik üst limiti (100 güneş kütlesini) aşmaktadır. Gökbilimciler, bu kadar aşırı bir kütleye sahip bir yıldızın gökada merkezine yakınlığının tesadüf olmadığına dikkat çekmektedirler. Tabanca Yıldızı'na ilişkin bulgular, yıldız oluşum sürecinde bize model oluşturan Güneş'ten daha yüksek kütleli yıldızların gökada merkezi civarında oluşmaya meyilli olduklarını göstermektedir.
Tabanca Yıldızı'nın kütlece güneşten yaklaşık 150 kez daha büyük olduğu hesaplanmaktadır. Çapının ise yaklaşık olarak 400 milyon km olabileceği tahmin edilmektedir ki bu değer onun Güneş'in bulunduğu noktada olması durumunda Dünya'yı içine alabileceğini göstermektedir. Oluşturduğu
yıldız rüzgarı,
Güneş'ten 10 milyar kat daha güçlüdür. Yaşı ve geleceği tam olarak bilinmemektedir ancak, 1 ile 3 milyon yıl içerisinde yaşamının bir
süpernova veya
üstünnova olarak sonlanacağı tahmin edilmektedir. İlk bulgular, Güneş'ten 100 milyon kat fazla güç üreten bu yıldızın bilinen aydınlatma gücü en yüksek yıldız olabileceğini düşündürmüştür.
Antares A:
Antares (α Scorpii, α Sco, Alpha Scorpii),
Akrep Takımyıldızı'nda yer alan
ikili yıldızdır.
Samanyolu'nda yer alan parlak
yıldızların en kırmızı renkli olanlarından Antares, eskiden
Mars'la karıştırılmıştır.
Kırmızı dev yıldızın adı da bu karışıklığı yansıtır: "Ant-Ares", "Anti-Mars" yani "Mars karşıtı" demektir.
Helence bir sözcük olan
Ares,
Latince adı Mars olan savaş tanrısının bir diğer adıdır.
Büyüklüğü (
parlaklık,
kadir) birinci dereceden (genelde 0,96) olan Antares, gökyüzünün en parlak 15. yıldızıdır; ancak ışıması yarı-düzenli olduğundan parlaklığı
yıl içinde az da olsa değişir.
Dünya'dan 604
ışık yılı uzakta olduğu gözününe alındığında, son derece parlak bir yıldız olduğu da kolayca anlaşılır. Gerçekten de Antares,
Güneş'ten 10.000 kat daha parlaktır. Ancak Antares soğuk bir yıldızdır. Yaydığı ışığın büyük kısmı
kızılötesi olan Antares'in yüzey sıcaklığı yaklaşık 3.600
Kelvin derecedir. Yaydığı bu gözle görülemeyen kızılötesi ışınım da hesaba katıldığında, Antares'in
Güneş'ten yaklaşık 60.000 kat daha parlak olduğu, yani 60.000 kat daha fazla ışıdığı söylenebilir.
Düşük sıcaklığı ve yüksek parlaklığı, Antares'in bir
dev yıldız olduğunu göstermektedir. Antares'in parlaklığı ve sıcaklığı gözönüne alınarak, çapının yaklaşık 3
astronomik birim (AU) olduğu hesaplanmıştır. (Bir astronomik birim Güneş'in merkeziyle Dünya'nın merkezi arasındaki uzaklık olan 149,6 milyon km.'dir.)
Öte yandan Antares o kadar büyüktür ki, yıldızın yuvarlağı (diski),
gökbilimciler tarafından kolayca görülebilmiş ve çapı 3.8 astronomik birim olarak ölçülmüştür. Bu değer ise,
Jüpiter'in yörünge çapının yaklaşık dörtte üçüdür; bir başka deyişle, Antares
Güneş'in yerine konulacak olursa, yıldızın yuvarlağının kenarı Dünya'yı da içine almak üzere, Jüpiter'in yörünge çapının yaklaşık 3/4'üne kadar gelir.
Antares'in parlakılığı ve sıcaklığı, çapının yaklaşık 3 astronomik birim olduğunu göstermekle birlikte, yuvarlağının görünen çapının 3.9 astronomik birim olması, yıldızın bizden uzaklığı, sıcaklığı ve kütle yitirdiği yüzeyin kesin yerinin belirlenememesinden ötürüdür. Çünkü Antares, bir gaz bulutuyla örtülüdür ve kızgın rüzgarlarla (bkz.
Güneş rüzgarı) yavaş yavaş buharlaşarak, olağanüstü bir parlaklıkla ışımaktadır.
Antares'in kızgın rüzgarları içinde görülen eşi ise, ondan yalnızca 3
açı saniye uzaklıkta ve 5,5 büyüklüğünde bir yıldızdır. Gerçekte iki yıldız arasındaki uzaklık 550 astronomik birimdir. Bu iki yıldızın birbirleri çevresindeki dolanımı yaklaşık 2.500 yılda tamamlanır.
Antares'in kütlesinin
Güneş'in kütlesinin 15 ile 18 katı arasında olduğu hesaplanmıştır. Yıldızın gökbilim ölçülerine göre fazla zamanının kalmadığı ve demir bir çekirdek oluşturabilecek kadar büyük bir
kütlesi olduğu da gözönüne alındığında, sonunda patlayarak parlak bir
süpernovaya dönüşeceği söylenebilir. Bu olayın yaklaşık bir milyon yıl içinde gerçekleşeceği sanılmaktadır. Bu, patlamanın her an olabileceği anlamına gelmektedir.
Antares'in eşi olan yıldızın kütlesi ise Güneş'in kütlesinin 7-8 katı kadardır. Bu kütle, süpernovaya dönüşme sınırının hemen altındadır ve demir bir çekirdek oluşturmaya elvermediğinden, yıldız sonunda büyük bir olasılıkla yoğun kütleli bir
beyaz cüceye dönüşecektir.
Mu Cephei:VV Cephei (ayrıca HD 208816 olarak da bilinir), Kral takımyıldızı yönünde yaklaşık olarak 2,400 ışık yılı uzaklıkta bulunan bir örten çift yıldız sistemi.[4]
Kırmızı
süperdev, arkadaşı olan mavi
ana kol yıldızına yaklaştığında sistemin
Roche lob'unu doldurur. Madde akışı, kırmızı süperdevden mavi arkadaşına doğru gerçekleşir. VV Cephei A olarak bilinen kırmızı dev, yaklaşık olarak 1.600 ile 1.900 arasındaki güneş yarıçapıyla şu an için bilinen en büyük
üçüncü yıldızdır.
[4] VV Cephei B, anakol üzerinde bulunan B-tipi mavi bir yıldızdır. Çapı, Güneş'ten on kat, parlaklığı ise 100.000 kat daha fazladır.
Vy Canis Majoris:
VY Canis Majoris'in bilinen ilk kaydı Fransız astronom
Jérôme Lalande'ın
7 Mart 1801 tarihli yıldız kataloğundadır. Bu katalog VY CMa'nın
kadrini 7. derece olarak vermektedir. 19. yüzyılda sürdürülen çalışmalar
1850'den bu yana yıldızın kadrinin giderek azaldığını ortaya çıkarmıştır. VY CMa,
1847'den beri bir kızıl yıldız olarak bilinmektedir.
19. yüzyıl boyunca gözlemciler VY CMa'ya 6 ayrı tamamlayıcı ölçmüşlerdir ve bu bulgularından hareketle VY CMa'nın bir çoklu yıldız sistemine ait olabileceğini belirtmişlerdir. Ama artık biliniyor ki bu ayrı tamamlayıcı olarak tanımlanan elementler, yıldızı saran
bulutsunun parlak alanlarıdır. 1957'deki gözlemler ve 1998'deki yüksek çözünürlüklü resimlemeler VY CMa'nın herhangi bir yoldaş yıldızı olmadığını göstermiştir.
VY Canis Majoris, yaklaşık 3.500 K olan etkili ısısı ile aydınlatma gücü yüksek bir M yıldızıdır. Bu durum onu
Hertzsprung-Russell diyagramında sağ üst köşeye yerleştirir. Kütleye göre H-R diyagramına bakarsak,
anakolboyunca VY CMa yaklaşık 30 - 40
M☉ kütlesi ile bir O yıldızı olmalıydı.
Minnesota Üniversitesi profesörü
Roberta M. Humphreys, VY CMa'nın yarıçapının 1800-2.100
güneş yarıçapı genişliğinde olduğunu ileri sürüyor. Boyutunun daha iyi anlaşılabilmesi için, eğer VY Canis Majoris'i Güneş'in yerine koyarsak VY CMa yaklaşık Satürn'ün yörüngesine kadar bir alan kaplar. Yarıçapı için üst limit olan 2.100 güneş yarıçapını kabul edersek, ışığın yıldızın yüzeyinde tam bir tur atması için 8 saat gerekir; bu süre Güneş'te 14,5 saniyedir. VY Canis Majoris'in içini doldurmak için 7.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000 (7
Desilyon)'dan fazla Dünya gerekir. VY CMa'nın çapı yaklaşık 3.063.500.000 kilometredir. VY CMa, Güneş'in yerine konulunca Jüpiter'in yörüngesine ulaşan boyutuyla
VV Cephei A'dan %15 daha büyüktür. Eğer saatte 980 km hızla giden bir uzay mekiği VY Canis Majoris'in etrafında bir tur atmak isteseydi bu tur yaklaşık 1100 yıl sürerdi(?). Eğer dünyayı 1 cm çapında var sayarsak, VY Canis Majoris yıldızının çapı 6,5 km büyüklüğünde olurdu. Eğer Dünya'dan VY CMa'ya 2000 KM hız yapan bir uzay mekiği ile gitmek istesek bu yaklaşık 10 bin trilyon yıl sürerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder